Vakıf müessesesi, kuruluşu, işleyişi, konusu, idaresi ve işlevi gibi birçok yönüyle İslam hukukunun önemli konuları arasında kendisine haklı bir yer edinmiştir. Bu bağlamda konuya dair önemli bir literatür oluşmuştur. Bu çalışmanın da en önemli amaçlarından biri söz konusu bu literatüre mütevazi bir katkı sunmaktır. Bir diğer gayesi ise vakıf konusu içerisinde en çok tartışılan vakıf türlerinden biri olan irsâdî vakıflara dair teoriden ziyade uygulamayı konu edinen ve hicri 11. asırda kaleme alındığı anlaşılan bir risâleyi ilim dünyasının dikkatlerine sunmaktır. İslam hukuku literatüründe önemli bir yere sahip olan risâleler, genellikle belli bir konuyu ele alır. Yazıldığı dönemin toplum hayatı hakkında verdikleri bilgiler bakımından da ayrı bir önemi haizdirler. Yazma eser kütüphanelerinin en zengin ürünlerinden biri olan ve özellikle İslam hukukunun pratiğini yansıtan bu eserlerin gün yüzüne çıkarılması teori ile pratiğin uyumunu ortaya koyması bakımından ayrı bir öneme sahiptir. Bu manada Hanefî âlimlerinden Hamevî’nin (ö. 1098/1687) vakıfların bir kısmına dair doğrudan pratiği yansıtan bu risâlesi, hacmi küçük olmakla birlikte önemli bir sorunun çözümünü yansıtması bakımından literatüre önemli bir katkı sağlamaktadır. Bu çalışmada risâlenin müellifinin çizdiği sınırlar dahilinde sadece irsâdî vakıflar ele alınacaktır. Zira daha çok bireysel mülkiyetler üzerinden kurulan vakıf müesseselerinin yanı sıra beytülmâle ait gayrimenkullerin irsâd yoluyla hayır cihetlerine ve ilim adamlarına tahsisi, dinî hizmetlerin sağlıklı ve düzenli bir şekilde yürütülmesine önemli katkı sağlamıştır. Yaşadığı dönemin ve bölgenin önemli medreselerinde ders veren, Hanefî fıkhında fetva yeterliliğine sahip olan ve hatta verdiği fetvaları öğrencileri tarafından el-Fetâvâ adlı bir eserde toplanan Hamevî’nin fıkıh ilmindeki bu yetkinliğini, irsâdî vakıfların meşruiyetini vakıf hukuku içerisinde başarılı bir şekilde ortaya koymasında görmek mümkündür. Ayrıca fıkıh alanında yazdığı birçok risale, onun tefsir, hadis, akaid, lügat vb. ilimlerin yanı sıra fıkıh ilmindeki bu yetkinliğine işaret etmektedir. Müellif, Hanefî olmasına rağmen yaşadığı bölgenin (Mısır) Şâfiî âlimlerinden biri olan Süyûtî’ye (ö. 911/1505) atıfta bulunması eserin ilmî açıdan değerini göstermektedir. Yazma halinde bulunan risâlenin ikinci bir nüshası bulunmadığı için sadece metin tenkidi sürecinden geçirilerek yayınlanmıştır. Ayrıca risâlede yapılan alıntıların kahir ekseriyeti atıfta bulunulan eserlerde tespit edilerek dipnotlarda gösterilmiştir. Ancak bu atıflardan bir kısmı risâlede zikredilen eserlerde tespit edilememiştir. Eserin Hamevî’ye aidiyeti risalede açıkça zikredilmekle beraber eserin ne zaman ve nerede telif edildiğine dair bir malumata rastlanmamıştır. Dönemin devlet başkanı tarafından beytülmâle ait arazilerin tahsisinin meşruiyetine dair sorulan bir soruya müdellel bir şekilde verilen cevabın, sonraki yıllarda irsâdî vakıf geleneğinin devam etmesinde önemli katkıları olduğu kanaatindeyiz. Konunun kaynaklarda gayr-i sahih vakıflar başlığı altında ele alınması, ilk bakışta irsâdî vakıflara karşı olumsuz bir intiba uyandırsa da bu durum, söz konusu vakıfların geçersizliğine değil, irsâd yapanın malın gerçek maliki olmadığına işaret etmektedir. Her ne kadar bazıları bu sebeple söz konusu tahsisatın vakıf olamayacağını söylese de beytülmâlde hak sahibi olanlara yapılan tahsisatın Hamevî’nin de işaret ettiği gibi bir vakıf olduğu aşikardır. Ancak beytülmâlde hakkı olmayanlara yapılan tahsislerin durumuna risâlede değinilmemiş olması bir eksiklik olarak görülmektedir. Nitekim eğer diğer bazı kaynaklarda gayr-i sahih irsâd olarak zikredilen bu tahsisatlara açıklık getirilmiş olsaydı bu nevi vakıflara itirazlar biraz daha azalmış olacaktı. Bu eksikliğe rağmen yine de döneminin şartları düşünüldüğünde uygulamaya dair bir problemin çözümünü aktaran bu risâlenin önemli bir boşluğu doldurduğu söylenebilir.
The institution of waqf has earned a rightful place among the significant matters of Islamic law in many aspects, such as its establishment, functioning, subject, administration and role. One of the most important aims of this study is to make a modest contribution to this literature. Another aim is to bring to the attention of the scholarly world a risāla on irṣādī waqfs, one of the most debated and discussed types of waqfs. This risāla, revealed to have been written in the 11th Hijri century, deals with practice rather than theory. Risālas, which have an important place in the literature of Islamic law, usually deal with a specific subject. They are also important for the insights they provide about the social life of the period in which they were written. The discovery of these works, found among the richest products of manuscript libraries and reflect the practice of Islamic law, is particularly significant in revealing the harmony of theory and practice together. In this sense, this treatise by Ḥamawī, one of the Ḥanafī scholars, which directly reflects the practice regarding some of the waqfs, makes an important contribution to the literature in terms of reflecting the solution of an important problem despite its small volume. In this study, only irṣādī foundations will be discussed within the author’s specified limits in the risāla. This is because, in addition to the waqf institutions, which were mainly established based on individual property, the allocation of real estate’s belonging to the bayt al-māl to charitable organizations and scholars through irṣād contributed significantly to the healthy and orderly execution of religious services. It is possible to see this competence in the field of fiqh in the successful presentation of the legitimacy of irṣādī waqfs within the law of waqf by Ḥamawī, who taught in important madrasas of his time and the region, who was qualified to issue fatwas in Ḥanafī fiqh, and whose fatwas were even collected by his students in a work called al-Fatāwā. In addition, many risāla he wrote in the field of fiqh point to his competence in the science of fiqh in addition to sciences such as tafsīr, hadīth, al-‘aqāīd, lexicography, and manāqib. Although the author is a Ḥanafī, his reference to al-Suyūtī (911/1505), one of the Shāfi’ī scholars of his region (Egypt), shows the scholarly value of the work. Since there is no second copy of the manuscript, it has been published only through textual criticism. In addition, most of the quotations in the risāla have been identified in the works cited and shown in the footnotes. However, some of these citations could not be found in the works mentioned in the risāla. Although it is clearly stated in the risāla that the work belongs to Ḥamawī, there is no information about when and where it was written. We believe that the answer given by the head of state of the period to a question about the legitimacy of the allocation of land belonging to the bayt al-māl in a substantiated manner contributed significantly to the continuation of the tradition of irṣādī waqf in the following years. Although at first glance, the fact that the subject is discussed under the heading of inauthentic waqfs in the sources may give a negative impression against irṣādī waqfs, this does not indicate the invalidity of these waqfs, but rather that the person who made the irṣād was not the true owner of the property. Although some have argued that the allocation in question cannot be a waqf for this reason, the guidance given to those with a right to the bayt al-māl is a waqf, as Ḥamawī points out. However, the fact that the status of the allocations made to those with no right to the bayt al-māl is not mentioned in the risāla seems to be a deficiency. If these allocations, which are mentioned in some other sources as inauthentic irṣād, had been clarified, the objections to this type of waqf would have been slightly less. Despite this deficiency, it can be said that this risāla, which conveys the solution of a practical problem, fills an important gap considering the conditions of its time.