3. Uluslararası Kıbrıs Sempozyumu 18-20 Ekim 2012, Gazimagusa, Kıbrıs (Kktc), 18 - 20 Ekim 2012, (Yayınlanmadı)
Kıbrıs’ta kırk yılı aşkın süredir Rum kesimi ile Türk kesimi arasında süregelen görüşmelerin
diplomasi/siyaset sahasında kalması, sorunun yargısal alana taşınmamış olması, her iki tarafın da bir kayıp
yaşamamasına neden olmaktadır. Ancak bu hareketsiz denge politikası Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve
Türkiye açısından için sıkıntı yaratmaya başlamış durumdadır. Bunun sebebi de Doğu Akdeniz havzasında
ortaya çıkan zengin doğal gaz ve petroldür.
Günümüz savaşlarının altında yatan en önemli neden genellikle enerji kaynakları nedeniyle olmaktadır.
Doğu Akdeniz’deki bu zengin doğal kaynakların tam merkezinde de Kıbrıs Adasının bulunması sebebiyle
hem kuzey hem de güney kesimi kendini bir anda enerji savaşının ortasında bulmuştur.
Bu enerji savaşı nedeniyle, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile birlikte Türkiye her ne kadar köşeye
sıkışmış gözükse de belki de sorunun çözümü için büyük bir şans yakalamış durumdadırlar. Bunun en
önemli sebebi enerji kaynaklarının çıkarılması için barış ortamı ve anlaşma şarttır. Bu çıkarılacak doğal gaz
ve petrol en iyi şartlarda Türkiye üzerinden taşınırsa çok daha verimli olacaktır.
1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne Türkiye özellikle karasuları ve kıta sahanlığı sorunu nedeniyle taraf
değildir. Bunda 1982 BMDHS’ nin çekinceye karşı kapalı olması ve sorunların çözümünde yargıya
uzanan bir yaptırım gücüne sahip olması (Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi, UAD ve hakemlik
müessesi) Türkiye ve Kıbrıs’ı sıkıntıya sokan en önemli nedenlerdir. Ege Denizinde Yunanistan’la olan
karasuları ve kıta sahanlığı sorunu, Doğu Akdeniz’de de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile birlikte
öncelikle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Mısır, Lübnan, İsrail, Suriye ve İngiltere’ye karşı sorunlar
yaşamaktadır. Türkiye sadece Karadeniz’de münhasır ekonomik bölge ilan etmiş ve ilgili devletlerle kıta
sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sınırlandırma antlaşmaları yapmıştır. Ege ve Akdeniz’de ise
münhasır ekonomik bölge ilan edilmemiş ve bölgedeki devletlerle kıta sahanlığı alanlarına ilişkin
sınırlandırma da oluşturulmamıştır. Bölge ülkeleriyle, AB ile tanınma sorunlarının önceden çözmeden 1982
BMDHS’ ne katılma durumunda Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ nin altından
kalkamayacakları yargısal sorunlarla karşı karşıya gelmeleri çok büyük ihtimal dâhilindedir. (Bu durumun
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisini kabul etmiş olmamız durumunda daha da vahim bir
durum alabileceği öngörüsü de vardır)
Bunu çok iyi bilen Rum kesimi ile birlikte Yunanistan saldırılarını artırmış durumdadırlar. Şöyle ki; Rum
kesimi sanki adanın tek sahibiymiş gibi 2003 yılından itibaren Doğu Akdeniz’deki Mısır, İsrail, Lübnan’la
deniz yetki alanlarını ilgilendiren ikili antlaşmalar yapmaya başlamıştır. Bu arada Suriye ve adada üsleri
bulunan İngiltere de vardır. Adanın tek sahibi gibi davranıp arkasındaki diğer ülkelere güvenerek, Doğu
Akdeniz’i parsellere bölen, 200 mil açıkta dahi petrol arama çalışmaları yapmaya çalışan, ruhsat dağıtan
Güney Kıbrıs’ın bu davranışı artık eskisi gibi çözümsüz görüşmelerle atlatılacak bir durum olmaktan çıkmış
durumdadır.
Bu kriz iyi yönetilirse hem Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin her alanda de jure olarak tanınmasını hem
de ekonomik zenginliğe kavuşmasını sağlayacaktır. Bizim çalışmamız da çözümün hangi yollardan geçmesi
gerektiği üzerinedir.
Anahtar Sözcükler: Doğu Akdeniz sorunu, 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi, MEB, Kıta Sahanlığı
sınırlandırması, tanınma