hukuk kuramı, vol.6, no.1, pp.45-65, 2019 (Peer-Reviewed Journal)
Özet: Edebiyattan sinemaya, müzikten görsel sanatlara yakın tarihin “şen
bilim”inde ütopyadan distopyaya bir paradigma kayması söz konusu gibi.
Fantezinin ütopyadan distopyaya savrulduğu kırılma noktasını, aydınlanmanın
diyalektiğinde; rasyonalitenin potansiyelinde daha doğrusu aklın irrasyonelin
sınırlarına varan yelpazesinde aramak, neden distopya çağında yaşadığımızı
anlamak için bir anahtar olabilir. Modernizmle birlikte kök salan ütopyacı tasavvur
modernizmin kriziyle birlikte yerini anomalilere bırakmıştır. Bu anomalinin
kaynağında aklın ve bilimin mistifikasyonu yatar. Anti-hukuk çağında hukukun
bilgisini ararken bulunduğumuz konumun ve çözüm hattının nerede olduğunu
anlamanın yolu hukukun epistemolojik köklerine inmekten geçebilir. Burada
karşımıza “hakikat” iddiasında bulunan, ütopyacı hatta konumlanan, yaklaşımlar
ve hakikatin bilgisinden ziyade sosyolojik olarak yaşayan hukukla ilgilenen,
distopyacı çizgide konumlanan, yaklaşımlar çıkar.
Hukukun “düzen”, “iyi toplum”, “iyi yönetim”, “iyi ve makbul insan” tasavvuru
ise belki moderniteden çok daha eskilere dayanır. Burjuva mirası olan ve fakat
ondan özerk bir anlam kazanan moderniteden de önce var olan bu arzu, homojen
bir devlet veya toplum idealidir. Ütopyaların bilinen tarihinde Thomas More’dan
önce Platon’a atıfta bulunulması bu sebeptendir. Bu monist ülkünün kaynağı
tarihsel ve sınıfsal olarak yer değiştirmiştir. Değişmeyen arzu ise “iyi düzen”,
“olmayan iyi yer” tahayyülüdür. Bu arzunun yaratıcısı, gerçekliğe dönüştürülme
aracı ise hukuktur. Hukuk normunun yapısı ve anlamının ekonomi-politikten
bağımsız bir kendinde şey olmadığını kavradığımız zamanlardan bu yana, en
kapsayıcı tarifiyle yöneten/yönetilen terazisinin ilk ortaya çıktığı anlardan bu yana,
hukukun araçsallığı ve şiddeti, ütopyacı vizyonunu monist idealin dışında
* Bu çalışma, 24-25 Kasım 2018’de Eskişehir’de, Hukuk Kuramı ve Eskişehir Okulu
tarafından düzenlenen Hukuk ve Distopya başlıklı sempozyumda sunulmuştur.
** Araş. Gör., Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Genel Kamu Hukuku Anabilim Dalı.
Karaman/Bir Frankenstein Olarak Hukuk ve Hukuk Metodolojisinin İki Yüzü 46
kalanlar bakımından bir distopyaya dönüştürmüştür. Modern ütopyalardan sonra
modernizmin bilimciliğinin krizi ise bize ütopyanın bir hayal, distopyanın ise
kırılıp parçalanarak gerçekliğe bürünmüş ama gerçekleşmemiş, bozulmaya
uğramış bir hayal olduğunu göstermiştir. Hukuk bir yaratıcı ve uygulayıcıya
muhtaç olan, “kendinde şey” olmayan bir yapı olduğundan yaratıcı/uygulayıcı
diyalektiğinde çoğunlukla ütopya/distopya kontrastında gidip gelir. Hukukun
bilgisinin, normdan fazlası hatta bilakis olmakta olan olduğunun kavrandığı
noktada hukuk da gerçekleşememiş, kırılmaya, bozulmaya uğramış bir idea olarak
karşımıza çıkar. Bu yüzden Janus’un iki yüzü gibi ütopya ve distopyayı
bünyesinde barındırır.
Bilimin kötüye kullanımının, araçsal aklın yalın ve sarsıcı bir örneği olarak
Frankenstein da hem ütopyadır hem distopya. Hukukun Frankestein’ı hem yasa
koyucudur hem hukuk uygulayıcısıdır. Frankenstein’ın yarattığı anomali,
hukukun hayal kırıklığına uğramış haline benzer. Hikâyenin sonunda adı bile
konmamış yaratık yaratıcısını yok eder, tıpkı hukukun kendi kendini defalarca
imha edip bir idea olarak yeniden üretmesi gibi. Modernitenin krizinin veya
postmodernizmin ve dolayısıyla hukukun, “aklın sonu” yaftasından kurtulması ise
distopyanın olanakları ile mümkündür. Distopya, kritiktir. Kritik ise krizden gelir
ve krizi aşmanın bir yoludur. Postmodern dünyanın hala monist arzularla çatıştığı
kriz de ancak distopyalara bakılarak aşılabilir. Çağımızın tragedyası tam da bu
olduğundan belki ütopya değil distopyalar “ilerici” karaktere sahiptir. O yüzden
Frankenstein’ın yaratığının yalnızlığını gideremediğimiz bir toplumda ilerlemeden
söz etmek mümkün olamaz. Hukukun yalnızlarını kavramadan kapsayıcı bir
hukuk formuna kavuşmanın mümkün olmadığı gibi.