SineFilozofi II. Ulusal Sinema ve Felsefe Sempozyumu, İstanbul, Turkey, 22 - 24 November 2019, pp.44-45
Erving Goffman’a göre tüm kurumlar üyeleri üzerinde kuşatıcı bir eğilime sahip olmakla birlikte toplumsal yaşamın genelinden fiziki ayrıştırmayı da kapsayan akıl hastaneleri, hapishaneler, yatılı okullar ve dini inziva mekânları gibi yapılar, daha katı ve planlı sınırlamayı dayatan bir karakter sergiler. Goffman’a göre, “total kurumlar” olarak adlandırdığı bu yapıların temel özelliği, kapatılma mekânlarında toplu halde disiplin altına alınmış ‘insan bloklarının’ gündelik yaşamlarının tüm veçhelerinin tek otorite tarafından ve resmi uygulayıcılar eliyle yürütülen bir plan dahilinde idare edilmesidir. Goffman’ın etnografik yaklaşımı bu total kurumlardaki gündelik etkileşimleri merkeze alırken aynı zamanda da toplumsal denetim ve disiplin içinde örgütlenmiş asimetrik güç ilişkilerinin mikro düzeyde bir resmini sunar. Bu bağlamda, hareket noktalarındaki ve bakış ölçeklerindeki farka rağmen Goffman’ın total kurumlara ilişkin sembolik etkileşimci ilgisiyle Foucault’nun iktidarın gözetleme, toplumsal kontrol, disipline edici kurumlar ve beden politikaları üzerinden kurgulanışını analiz eden jeneolojisi arasında birbirini bütünleyen bir ilişki mevcuttur. Mekânsallaşmış biyoiktidarın yapısal ve gündelik örüntülerini soruşturan bu analitik-kavramsal çerçevenin sinemasal bir karşılığını ise Çağdaş Romanya sinemasının önemli temsilcilerinden Cristian Mungiu’nun filmlerinde bulmak mümkündür.
Mungiu sinemasının en dikkat çekici özelliklerinden biri, karakterlerin total kurumlarla ilişkilerinin, çağcıl toplumlarda totaliter söylemsel pratikler ve bunlar karşısında bireyin uyumlanma-çatışma karmaşasındaki konumunu tartışan bir analoji olarak kendisini göstermesidir. Yönetmenin 2012 yapımı După Dealuri (Tepelerin Ardında) filmi bu analojiyi manastır yaşamı üzerinden kurarken dini patriarkal düzenin aynı zamanda seküler kurumların işleyişiyle de kesişen bir eleştirisini sunar. Diğer taraftan filmin iki ana karakteri arasındaki kadınlararası aşk ve arkadaşlık total kurum olarak manastırın simgeleştirdiği disipline edici iktidarın karşısında kendini keşif ve ötekini tanımanın olanağını barındıran bir dönüşümün yolunu açar. Bu bağlamda filmde karakterlerin dönüşümü, psikanalizmin ödipal cinsiyet ayrımı kurgusuna karşı duran Deluze ve Guattari’nin majör karşıtlıkların, standart ve normatif tanımların ötesine uzanan insani olanakların çoğalması olarak ele aldığı “kadın-oluş” kavramıyla da kesişir. Diğer bir deyişle film, total kurumun disipline edici biyoiktidarının karşısına yıkıcı bir güç olarak homoerotik kadın-oluşu koyar. Bu bağlamda, bu çalışmada După Dealuri filmi, kurum ve beden; disipline edici iktidar ve özgürleşimci olanaklar arasındaki çelişkileri sorgulamak üzere kullandığı söylemsel ve görsel stratejiler açısından tartışılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Cristian Mungiu, Total Kurum, Biyoiktidar, Homoerotisizm, Kadın-Oluş