Global Journal of Economics and Business Studies, cilt.7, sa.13, ss.82-89, 2018 (Hakemli Dergi)
Dünya tarihi, toplumların birbirleriyle olan ekonomik, kültürel ve ideolojik savaşlarıyla doludur. Bu savaşlar
görünen sebeplerden askerî güç ve ekonomik ambargolara dayalı olsa da, çoğu zaman aidiyetlere saldırma ve
değerleri itibarsız kılma şeklinde meydana gelmiştir. Din unsurunun bir toplumu anlama ve yorumlamada ki
önemi düşünüldüğünde, İslamiyet’e mensup toplumları da İslami inanç ve tutumların gerektirdikleriyle
değerlendirmek yerinde bir davranış olacaktır. Ancak, ulusların değişen menfaatleri ve kendi kimliklerini
ortaya koyarken ihtiyaç duyulan “öteki” kavramı, bu değerlendirmeleri çoğu zaman tarafsız kılmamaktadır.
İslamofobi ve anti-islamisizm ise, bu bahsi geçen çatışma alanlarının doğurduğu sonuçlardandır.
Soğuk Savaş bittikten sonra dünyaya hâkim olmak isteyen Batı, komünizm tehlikesiyle olan mücadelesinden
başarıyla çıkmış, yeni bir korku arayışına girmiştir. Bu noktada devreye soktuğu İslam korkusunun temelinde
İslam düşmanlığının yattığı, Müslümanları terörist olarak yaftalaması sebebiyle yadsınamaz bir gerçektir.
Özellikle 11 Eylül hadisesinden sonra işgallerini bu korkuyla meşru gösteren Batı, bunu "medeniyet" olarak
tanımlamış, yaptığı barbarlıkları "medeniyet çatışması" kavramına indirgemiştir. Zamanla Orta Doğu'yu kana
bulayan bu İslam düşmanlığının farklı yüzleri, bugün nüfusunun nerdeyse tamamı Müslüman olan Türkiye'yi
de çeşitli alanlarda etkilemiştir. Özellikle laiklik olgusunun çok tartışma oluşturması, yıllarca süren başörtüsü
problemi, 28 Şubat süreci ve seküler-dindar ayrımının getirdiği düşmanlık ülkemizi farklı zamanlarda kaosa
sürüklemiştir.