Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, cilt.10, sa.19, ss.11-79, 2020 (Hakemli Dergi)
Tarihsel kökenleri on sekizinci yüzyılın son çeyreğinde Amerika ve Fransa’da gerçekleştirilen burjuva demokratik devrimlerine kadar uzanan halkların kendi kaderlerini tayin etmeleri hususu, uluslararası hukuk alanında 1945 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Örgütü’nün kurulmasıyla beraber normatif bir temele kavuşmuştur. 1950’li yıllarda başlayıp 1970’li yılların sonlarına kadar devam eden dekolonizasyon sürecinde sömürge durumunda olan ülkelerin/halkların bağımsızlıklarını kazanmalarında kendi kaderini tayin hakkına sıklıkla başvurulmuştur. Uluslararası hukuk alanındaki düzenleme ve uygulamalar göz önüne alındığında, kendi kaderini tayin hakkının içsel ve dışsal boyutlarının bulunduğu söylenebilir. Ancak dekolonizasyon sürecinin tamamlanmasında sonra, kendi kaderini tayin hakkı kapsamında hangi koşullar altında tek taraflı ayrılma kararı verilebileceği veya bağımsızlık ilan edilebileceği hususlarında doktrin ve uygulamada belirsizlik bulunmaktadır. Kosova’nın 2008 yılında bağımsızlığını ilan etmesi ve Kırım’ın 2014 yılında Rusya’ya katılma (bağlanma) kararı vermesi, uluslararası hukuk alanında kendi kaderini tayin hakkına ilişkin tartışmaları yeniden canlandırmıştır. Bu bağlamda kendi kaderini tayin hakkının öznesi olan halkın nasıl belirleneceği, ilgili hak kapsamında halkların tek taraflı ayrılma/bağımsızlık ilan etme yetkilerine sahip olup olmadıkları, bağımsızlık ilanı veya tek taraflı ayrılma söz konusu olduğunda uluslararası hukukta kendi kaderini tayin hakkının mı yoksa bir diğer önemli düzenleme olan devletin toprak bütünlüğünün korunması ilkesinin mi öncelikli uygulanacağı hususlarında belirsizlik ve çelişkiler mevcuttur. Bu çalışmada söz konusu belirsizlik ve çelişkileri ortaya çıkaran koşullar, kendi kaderini tayin hakkının politik ekonomisi göz önüne alınarak Kosova ve Kırım süreçleri çerçevesinde irdelenecektir.
Anahtar
Kelimeler:
Uluslararası Hukuk,
Kendi Kaderini Tayin Hakkı, Kosova, Kırım, Belirsizlik.
The issue of
peoples’ self-determination whose historical roots can be found in bourgeois-democratic
revolutions that carried out in America and France in the last quarter of the
eighteenth century, attained a normative basis in the field of international
law in 1945 with the establishment of the United Nations (UN) Organisation.
During the decolonization process, which started in the 1950s and continued
until the late 1970s, the right to self-determination was frequently used in
gaining the colonial countries/peoples’ independence. When the regulations and
practices in the field of international law are taken into account, it can be
said that the right to self-determination has internal and external dimensions.
However, after the completion of the decolonization process, there is
uncertainty in the doctrine and practice regarding the circumstances under
which the decision of unilateral secession or declaration of independence can
be made within the scope of the right to self-determination. Kosovo's
declaration of independence in 2008 and Crimea's decision to join Russia (or
annexation by Russia) in 2014 revived discussions on the right to
self-determination in the field of international law once again. In this
context, there are uncertainties and contradictions in the issues of how the
people as a subject of the right to self-determination can be determined,
whether peoples have the title for unilaterally secession or declaration of
independence in the scope of the right to self-determination, and whether the
right to self-determination or the principle of territorial integrity should be
implemented primarily in the field of international law. In this study, the
circumstances that reveal such uncertainties and contradictions will be
scrutinized within the framework of the Kosovo and Crimean processes, taking
into account the political economy of the right to self-determination.
Keywords:
International Law, Right to Self-Determination, Kosovo, Crimea,
Indeterminacy.